Alak
sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 19 âyettir. İlk beş âyeti, Hira dağında
Peygamberimiz (s.a.s.)’e ilk kez nâzil olan âyetlerdir. İsmini ikinci âyette
geçen ve “asılıp tutunan şey” mânasına gelen اَلْعَلَقُ
(alak) kelimesinden alır. اِقْرَاْ
(İkra’) veاِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ (İkra’ bismi Rabbike) isimleriyle de anılır.
Mushaf tertîbine göre 96, iniş sırasına göre birinci sûredir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada doksan altıncı, iniş sırasına göre birinci sûredir. Kalem sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Baştan beş âyeti Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan on dört âyetinin ise sonraları Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı Kur’an tarihçileri ilk inen sûrenin Müddessir, bazıları da Fâtiha olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Buhârî ve Müslim’de Hz. Âişe’ye isnad edilen rivayete göre Hz. Peygamber, içinde yalnız kalmayı âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gecesi (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nuranî varlığın (Cebrâil) kendisine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: “Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’ dedi. Ben yine, ‘Okuma bilmem’ dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve ‘oku!’ diye tekrar etti. Ben yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir” (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”,
Konusu
Kur’ân-ı
Kerîm’in ilk inen âyetleri olan ilk beş âyette, İslâm’ın tesis ettiği dünya ve
âhiret nizamının esasının, yaratan Allah’ı tanımak, O’nun adına okumak ve
yazmak olduğuna dikkat çekilir. İlmin ehemmiyeti vurgulanır. İslâm
medeniyetinin temelinin okuma, yazma, ilim ve irfan olduğu belirtilir. Bunlardan
mahrum olan insanın azgınlaşma sebepleri üzerinde durulur. Peşinden, Peygamber (s.a.s.)’i
namazdan alıkoyan bedbahtın hali, azgınlaşmanın bir misali olarak takdim edilir
ve böylesini bekleyen fecî âkibet haber verilir. Sonuç olarak, tüm varlık ve
benlikten sıyrılıp tam bir hiçlik duygusu içinde Allah’ın huzurunda secdeye
kapanarak O’na yaklaşmanın yolları gösterilir.
İlk Beş Âyetin İnişi
Bu
âyetler, senelerdir ilâhî kudret tarafından hususi terbiyeye tâbi tutulup
peygamberliğe hazırlanan Resûlullah (s.a.s.)’e Hira dağında ilk vahyedilen
âyetlerdir. Bu hâdisenin nasıl gerçekleştiğini Hz. Aişe sormuş ve Nebiyy-i
Ekrem (s.a.s.) de anlatmıştı. Efendimiz (s.a.s.)’in anlattıklarını Aişe (r.a.)
şöyle naklediyor:
“Resûlullah
(s.a.s.)’e ilk vahyin başlaması sâdık rüyalar ile olmuştu. Onun gördüğü her
rüya sabahın aydınlığı gibi açık ve net olarak aynen tahakkuk ederdi. Bu durum
altı ay kadar devam etti. Sonra ona yalnızlık hali sevdirildi. Bu hal sebebiyle
Hıra dağındaki mağarada halvete çekilmeye başladı. Birkaç gün bazan de günlerce
orada kalıyor ve kendini ibâdete veriyordu. Zaman zaman ev halkının yanına
gidiyor ve azığını alıp tekrar o mağaraya dönüyordu. Bu durum Hıra’da kendisine
ilâhî vahiy gelinceye kadar bu şekilde devam etti. Yine bir gün Hira’da
bulunuyordu ki ansızın vahiy meleği Cebrâil geldi ve «Oku!» dedi. O: «Ben okuma
bilmiyorum» diye karşılık verdi.
Efendimiz
olayın bundan sonraki seyrini şöyle anlatır:
“Melek
beni yakalayıp takatim kesilinceye kadar sıktı ve sonra bırakıp tekrar «oku»
dedi. Ben de ona «Ben okuma bilmiyorum» dedim. Bunun üzerine beni aynı şekilde
tutup takatim kesilinceye kadar sıktı ve arkasından serbest bırakıp tekrar
«oku» dedi. Ben yine ona «Ben okuma bilmem» diye cevap verdim. Bu cevap üzerine
beni üçüncü kez tuttu ve takatim kesilinceye kadar sıkıp bıraktıktan sonra
kendisi okumaya başladı. Alak sûresinin ilk beş âyetini okudu.”
Bu
olaydan hemen sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in kalbi korkudan titrer bir halde
eşi Hz. Hatice’nin yanına döndü ve “Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. Korku
hali dininceye kadar bu halde kaldı. Sonra başından geçenleri eşine bir bir
anlatarak “Kendimden korktum” diye ilave etti. Bunun üzerine asil bir
hanımefendi olan Hz. Hatice kâinatın efendisine şunları söyledi:
“Hayır,
asla öyle düşünme! Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, Allah hiçbir zaman seni üzüp
mahcup etmez. Zira sen akrabanı görüp gözetirsin, işini görmekten aciz
olanların yükünü kaldırırsın, yokluk içinde kıvranan fakirlere iyilik eder,
onlara son derece faydalı olursun. Misafiri ağırlar ve Hak yolunda ortaya çıkan
mühim hadise ve musibetlerde insanlara yardım edersin.”
Bu
sözlerden sonra Hz. Hatice Resûl-i Ekrem’i amcazadesi Varaka b. Nevfel’e
götürdü. Cahiliyye döneminde hıristiyanlığı kabul eden Varaka İbranice yazı
bilir ve İncil’den zaman zaman bazı şeyler yazardı. İleri yaşlarında gözleri
görmez olmuştu.
Hz.
Hatice Varaka’ya:
“-
Amcazadem, dinle de bak yeğenin neler söylüyor” dedi. Varaka:
“-
Hayrola yeğenim ne oldu, söyle bakalım” diye sorunca Resûlullah (s.a.s.) gördüğü
şeyleri bir bir kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka dedi ki:
“-
Bu gördüğün, Allah Teâlâ’nın Musâ (a.s.)’a gönderdiği Nâmûs diye adlandırılan
Cebrâil’dir. Âh! Keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni
yurdundan çıkaracakları zaman keşke hayatta olsaydım!” Bu sözler üzerine Allah
Resûlü:
“- Onlar beni çıkaracaklar mı ki?” diye sordu.
O da:
“-
Evet, zira senin gibi bir şey getirmiş yani vahiy tebliğ etmiş bir kimse yoktur
ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana var
gücümle yardım ederim” cevabını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat
etti. (Buhârî, Bed’ül-vahy 3; Müslim, İman 252)
Alak Süresi 1. Ayet Tefsiri
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿١﴾
1: Yaratan Rabbinin adıyla oku!
TEFSİR:
Yüce
Rabbimiz, vahye muhatap olan kişi olarak öncelikle Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ve
onun mübârek şahsında tüm insanlığa ilk tâlimatıyla büyük bir ufuk açar. Doğru
yol rehberi olarak indirdiği Kur’ân-ı Kerîm’in ve imtihan için var ettiği
hayatın bir hulâsasını verir. İnsanın niçin dünyaya geldiğini beyân eder.
“Okumak” için yaratıldığımızı ve bu okumanın da “Yaratan Rab” adına olması
gerektiğini öğretir.
Derin
bir tefekkürle anlaşılmaya çalışıldığında Cenâb-ı Hakk’ın “Oku!” emrinin
şümûlünün son derece geniş olduğu görülür:
“Oku!
Allah adıyla oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir damlacık sudan, rahme
tutunan yapışkan bir maddeden yaratan, fakat ona her şeyi okumak, aydınlatmak,
anlamak ve anladığını yaşayıp yaşatmak imkânını veren yüce Rabbin adıyla oku!
İnsana okumak nimetini ihsân ile en büyük lutfu gösteren Allah’ın adıyla oku!
Allah’ın adıyla okunabilecek her şeyi oku! Allah’ın kitâbını oku! Allah’ın
âyetlerini oku! Kâinat kitâbını oku! Doğru yolu bulmak ve sapıklıktan
uzaklaşmak için oku! İmanını kemâle erdirmek için oku! Öğrenmek için oku!
Rabbine yaklaşmak için oku! Sebeplere bakarak o sebepleri yaratanı oku! Esere
bakarak ilâhî müessiri oku! Sanata bakarak gerçek sanatkârı oku! Kudret
kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allah’ın
adıyla oku!”
Bu
izahtan da anlaşıldığı üzere “oku” emri, sadece zâhir anlamda bir okuma emri
değildir. Esasen kalbin, mânevî terbiye, tezkiye ve tasfiye netîcesinde kitap
ve hikmetin mâna ve işaretlerini alıcı hâle gelmesidir. Bununla, tecellîlerin yansıma
mahalli olan kalple her şeyi okuyabilmek kastedilmektedir. Yâni kâinatın bir
kitap hâline gelmesi, kalbin kâinat sayfalarını çevirip hikmetleri ve ilâhî
sırları okuyabilmesidir. Hâsılı insanın kâinatı, kendini, Kur’ân-ı Kerîm’i
okuması, anlaması ve yaşamasıdır.
“Yaratan
Rabbinin ismiyle oku!” buyrulmasında pek çok hikmet vardır. Birinci hikmet
“ünsiyet”tir. Çünkü isim müsemmâyı çeker. İnsan sevdiğini anar, sevmediğini ise
kahren anar. İsimle ünsiyet, kişiyi müsemmâ ile ünsiyete götürür. Allah’ın ismini
zikir zamanla insanı Allah’a yaklaştırır. Çünkü dille zikir insanı yavaş yavaş
kalple zikre alıştırır. Bu hâl, neticede insanı lâyıkına muhabbet, müstehakkına
nefrete götürür. Ayrıca bu âyet, okumaya Allah adıyla başlamayı emir buyurmakla
Kur’ân-ı Kerîm okumaya بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
(Bismillahirrahmanirrahim) diyerek başlamanın önemine işaret etmiş olmaktadır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), besmelenin, yapılması günah olmayan her bir
işin başında okunmasının bereket getireceğini beyân etmiş ve: “Besmele ile
başlanmayan her iş bereketsiz olmaya mahkumdur”buyurmuştur. (Ali el-Mütteki, Kenzu’l-Ummâl, I, 555,
no: 2491)
Her
şeyin yaratıcısı olan Cenâb-ı Hak, ilk mesajlarında “okuma”nın hemen peşinden
esas okunması gereken şeylerden birine işaret etmek üzere insanın yaratılışına
dikkat çekiyor, onu bir “alak”tan yarattığını beyân ediyor. İnsana kendi zatını
yine insanın yaratılışını örnek vererek tanıtıyor:
1, 2. Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
3.
Diyanet İşleri (Eski) Meali
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
4.
Diyanet İşleri (Yeni) Meali
1,2. Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı.
5.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
6.
Elmalılı Meali (Orjinal) Meali
Oku ismiyle o rabbının ki yarattı
7.
Hasan Basri Çantay Meali
Yaratan Rabbinin adiyle oku.
8.
Hayrat Neşriyat Meali
Yaratan Rabbinin ismiyle oku!
9.
Ali Fikri Yavuz Meali
(Ey Rasûlüm, besmele getirerek) Rabbinin adı ile (Kur'an'ı) oku ki, (her şeyi) o yarattı.
10.
Ömer Nasuhi Bilmen Meali
Oku, Rabbin ismiyle ki, o yaratmıştır.
11.
Ümit Şimşek Meali
Yaratan Rabbinin adıyla oku.
12.
Yusuf Ali (English) Meali
Proclaim! (or Read!) in the name of thy Lord and Cherisher, Who created-
Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin tam mânâsı ile anlaşılması mümkün olmayabilir. Ayetlerin izahı için mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Alak Sûresi 1. ayetinin tefsiri için tıklayınız
*
Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir.
Malatya Merkez Spor Salonu'ndaki tören, İstiklal Marşı'nın okunması ve Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetler ...
Vâkıa sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 âyettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki اَلْ ...